Saat: 18:14

Doğan Medya altında bulunan Hürriyet Gazetesi'nin Demirören Grubu'na satılmasından sonra ilk ayrılık haberi geldi.
Hürriyet yazarı Melis Alphan gazete ile yollarını ayırdı. Alphan Twitter’dan şu mesaj ile ayrılık haberini duyurdu;
“Bugün Hürriyet'le yollarımı ayırdım. Bu uzun, heyecanlı ve güzel yolculukta beraber yürüdüğüm tüm arkadaşlarıma sonsuz teşekkürler.”
MELİS ALPHAN KİMDİR?
Melis Alphan... Gazetecilik mesleğindee "Radikal" bir isim. Ertuğrul Özkök'ün hemşehrisi, yani İzmirli ve 1978 doğumlu. Meziyetli, tuttuğunu koparan, haberi iyi koklayan, analiz yeteneği güçlü bir gazeteci. İzmir Amerikan Koleji mezunu. Lisansını Londra'da London Institute'ta tamamladı.
2001 yılında başladı mesleğe, ilk durağı ise Radikal gazetesi. Tepeden inme değil, torpilli gazeteci hiç değil. Başarısının sırrı, mesleğe muhabir olarak başlamasından başka bir şey değil. Radikal'deki başarısı onu kısa zaman sonra Milliyet'e taşıdı. Mesleğinde muhabirlik yaparak zirveye ulaşma inancını ve kararlılığını hiç kaybetmedi Melis Alphan. Milliyet'te muhabir olarak çalışmaya devam ederken, mutfakta editörlük de yaptı.
Ve Hürriyet yolculuğu..
2009 yılında Hürriyet'te çalışmaya başladı ve kısa sürede ektiklerini biçmeye başladı. Hürriyet'te köşe yazarı oldu. Gazeteciler Cemiyeti'nin En İyi Röportaj Ödülü de dahil olmak üzere pek çok gazetecilik ödülü aldı. Peki Konuşalım ve Moda Moda Dedikleri isimli iki kitap yazdı.
YAYINLADIĞI YAZILARI
"Bu kızların öyküsünü kaçırmayın"
Begüm Cana Özgür 28 yaşında, dokuma kültürü üzerine yoğunlaşan bir tasarımcı.
Endüstriyle
çalışması pek mümkün değil, çünkü tasarımları makinelerde üretilmeye çok uygun değil.
Ama o yine de, desenlerini ve numunelerini hazırlayıp adetleri belirledi ve bir üreticinin kapısını çaldı.
Anlattı etti, sergiye yetişeceğini söyledi.
Ama desenler zordu, miktar azdı, üretici Cana ile uğraşmak istemedi ve onu yolladı.
O noktada Cana ya vazgeçecekti ya da başka bir yol bulacaktı.
Arabasına atladı, şehir şehir, köy köy gezerek önüne çıkan herkesle sohbet etti. En sonunda bir köyde dokuyucu kadınlardan bir ağ oluşturmayı başardı.
Çalıştığı kadınlar arasında okuma yazma bilmeyen de vardı, evinin içinde tuvaleti olmayan yoksul bir aileye gelin gitmiş, oraya uyum sağlamaya çalışan, kimsenin elinden tutmadığı, dört duvar içine hapsedilmiş kadınlar da.
Cana başta biraz endişeliydi. Desenler karmaşıktı, kadınların elinin alışık olduğu türde şeyler değildi.
Ama kadınlar tezgahın başına oturur oturmaz, Cana daha cümlenin sonunu getirmeden ne yapacaklarını anlamış, sistemi çözmüş, hatta uygulamaya başlamıştı.
Cana kadınlarla evlerinde çalışmaya başladı. O evlerde bir kadın olarak, kadının yanında duran bir figürü temsil ettiğini, bunun onları daha güvende hissettirdiğini fark etti.
Kadınlar çalışmaya ve eve para getirmeye başladılar.
Erkekler “İnek sağma işi bize kaldı” diyerek işi şakaya vursalar da, kadınlardan sadece çocuk bakmasının, yemek ve temizlik yapmasının beklendiği bir yerde, kadından yana olumlu bir değişim başladı.
Cana bir keresinde kadınlardan birinin evine biraz erken gitmişti. Kadın henüz gittiği Kuran kursundan dönmemişti.
Kocası evdeydi, eve misafir gelmişti ve adam da ne yapacağını bilememişti. “Sana da bir şey ikram etmek lazım” demişti Cana’ya, “Çay falan yapamam da, bir su içer misin? Sen bilir misin mutfakta bardakların yeri nerededir?”
Ama Cana gidip geldikçe, kadınlar çalıştıkça işler değişti. Bu sefer, evde bardakların yerini bilmeyen adam, karısı ve Cana evde çalışırken onlara çay getirmeye başladı.
Perşembe akşamı BluTV’de ilk bölümü yayınlanan “Bu Kızın Öyküsü” adlı belgeselde Cana, hikayesini şu sözlerle noktalıyor:
“Bu yola girene kadar bu toplum içinde ne şekilde var olmam gerektiğini bilmiyordum. Yepyeni insanlarla tanıştım, onların hikayelerine, evlerine girdim. Bu yolda hem kendimi yeniden keşfettim hem de kendime yeni bir aile yarattım.”
Kendi yolunu çizmeye çalışırken bir köyü dönüştüren gencecik bir kadın, insana gerçekten ilham veriyor.
Elidor’un desteğiyle hayata geçen “Bu Kızın Öyküsü” biyografik belgesel serisi, Türkiye’den dokuz genç kadının başka kadınlara ilham verecek etkileyici hayat hikayelerini 15 dakikalık bölümler halinde BluTV ekranına taşıyor.
Cana Özgür’ün yanı sıra fotoğrafçı Emel Ernalbant Bulgu, Kick Box-Muay Thai antrenörü Gözde Mimiko Türkkan, itfaiye ‘eri’ Hülya Doğan, müzisyen Karsu Dönmez, milli atlet Mizgin Ay, model Öykü Baştaş, balon pilotu Süreyya Karagöz ve milli paralimpik atlet Tuğçe Akgün’ün hikayelerinden oluşan “Bu Kızın Öyküsü” dört aylık bir çalışmayla ortaya çıktı.
Çekimler Bergama, İzmir, Beypazarı, Ankara, İstanbul, Ürgüp, Nevşehir, Lamia, Yunanistan, Amsterdam ve Mardin’de gerçekleştirildi.
Hikayelerin ortak noktası tüm kadınlara bir mesaj:
Hayatta kendi yolunu çizen, engellerin üstüne giden, başkalarının dediklerinden ziyade kendi iç sesini dinleyen, kendileri dönüşürken buna çevrelerini de dahil eden kadınlar olun.
"Erkek adalet değil gerçek adalet istiyoruz"
KADINA yönelik suçlarda yargının ne durumda olduğu artık hepimizin malumu. Hâkime, “Efendim” dedi diye, kravat taktı diye erkeklere kepçeyle dağıtılan ceza indirimleri, hatta hiç ceza vermeme, ceza erteleme vs...
Çocuğa cinsel istismarda bile, istismarcının ‘saygın tutum’u ödüllendiriliyor ve bu pisliklere bile iyi hal indirimi uygulanabiliyor.
Bir kadın katilinin haksız tahrik indiriminden yararlanabilmesi için “Kadın bana küfretti, erkekliğime dokundu” demesi ya da namus konulu bir bahane bulması yeterli oluyor.
Bin tane örnek verilebilir. Buyurun bir tanesi: Geçtiğimiz yaz Diyarbakır’da karısını tabancayla öldüren adama, karısının kendisini aldattığını iddia ettiği için haksız tahrik indirimi uygulanmıştı. Adamın yargılama sürecindeki olumlu hal ve davranışları da dikkate alınmış, ömür boyu hapis cezası 15 yıla inmişti.
Savcı iddianameyi adamın eşinin kendisini aldattığı iddiasını doğru kabul ederek hazırlamıştı.
Velev ki aldatmış olsun, ne fark eder?
Ama bu indirimden anladığımız erkek yargımıza göre, aldatan kadın kocasına kendini öldürmesi için bir miktar ‘haklı’ neden verir.
Adaletin tesisini beklediğimiz mahkemeler ne yazık ki, konu kadına karşı işlenen suçlar olduğunda çok büyük ölçüde erkeğin yanında. Yargıda kafalar erkek, zihniyet erkek, her şeye hakkı olduğu düşünülen kişi erkek. O kadar erkek ki, önündeki kanunu bile uygulamaya eli gitmiyor hâkimin. Savcılar deseniz, kaçı CEDAW’ı, İstanbul Sözleşmesi’ni hatmetmiş bilinmez.
CİNSEL SALDIRIYA UĞRADIĞINA DAİR BEYANLARI ARAŞTIRILMADI
Kızını döven, oğlunun sırtını sıvazlayan bir ebeveyn kılığındaki yargı, konu kadın-erkek olduğunda tam anlamıyla ayrımcı bir tutum içinde.
Bu hafta bunun en somut örneklerinden biri yaşandı.
2012’de, Isparta’nın Korukaya köyünde Nevin Yıldırım, sistematik olarak cinsel saldırısına ve tehditlerine maruz kaldığı adamı öldürüp kafasını kesti ve köy meydanına attı. Nevin Yıldırım müebbet hapis cezası aldı ve ceza indirimi uygulanmadı.
Savcı mahkemenin kararını ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alması yönünden temyiz etti çünkü savcıya göre bu canavarca bir cinayetti. Nevin Yıldırım’ın öldürdüğü adamın sistematik cinsel saldırısına maruz kalmış olmasıyla hiç ilgilenmedi savcı.
Nevin Yıldırım’ın cinsel saldırıya uğradığına dair beyanları dikkatle araştırılmadı. Beyanına istinaden Adli Tıp muayenesi yapılmadı. Çelişkili, görgüye değil, duyuma dayanan tanık beyanları ve bunlardaki çelişkiler sorgulanmadı. Savcı da, mahkeme de, Nevin Yıldırım’ın öldürdüğü adamla gönüllü bir ilişkisi olduğu varsayımı üzerinden hareket etti. Bunun meşru müdafaa olduğunu düşünmediler.
Nevin’in avukatları ise kararı, Nevin’in meşru müdafaa üzerinden ceza indirimi alması, hatta cezaya yer olmadığına dair talepleriyle temyiz ettiler.
Yargıtay 2017 sonunda mahkemenin kararını bozdu.
Yerel mahkeme Nevin Yıldırım’a müebbet hapis cezası verdiği kararda, Nevin’in bu suçu tek başına işlemediği, aslında başkalarıyla işlemiş olabileceği üzerinden başka kişiler hakkında suç duyurusunda bulunuyordu. Yargıtay, bunun ciddi bir çelişki yarattığını belirterek kararı bozdu.
Ve dosya tekrar yerel mahkemeye geri geldi.
MAHKEME YAPMASI GEREKENİ YAPMADI
Yargıtay’ın bozma kararı Nevin Yıldırım için yeni bir şanstı.
Mahkemenin önceki soruşturma ve yargılamadaki eksiklikleri görüp süreci başa alması ve Nevin Yıldırım’ın cinsel saldırıyla ilgili beyanlarını ciddiyetle incelemesi gerekirdi.
Ama yapmadı.
Oysa cinsel saldırı suçunun sistematik olarak işlenebileceği, her zaman kadınların şikâyet etmesinin mümkün olmadığı, maktulün Nevin Yıldırım’ın fotoğraflarını çekip kadına “Bu fotoğrafları köylülere dağıtırım, aramızda ilişki var derim, herkes inanır” diyerek yoğunlaşmış bir tehdit uyguladığı, sürekli evden aradığı gibi pek çok detay vardı dosyada.
Çarşamba günü davanın karar duruşması görüldü.
Nevin Yıldırım’a yine müebbet hapis cezası verildi ve cezada ne haksız tahrik ne de iyi hal indirimi uygulandı.
Erkeklere indirimleri kepçeyle dağıtan yargı, sanık kürsüsünde bir kadın olunca tutumunu değiştiriyor.
Bir erkek, “Beni aldattı” diyerek cezasında indirim alabilirken, sistematik olarak kendisine tecavüz eden bir erkeği özsavunmada bulunarak öldüren bir kadının cezasında zerre indirime gitmiyor.
Haliyle kadınlar haykırıyor: “Erkek adalet değil, gerçek adalet istiyoruz.”