Savaşı mümkün kılan, kaçınılmaz olduğuna inandırılmamız…
İnsanın, başka insanları düşman olarak görmesi-göstermesi, tarihin çok sonraki dönemlerinde; Sümerlerde, Mısır’da başlıyor…
20. asrın ilk yarısında olduğu gibi, 21. yüzyılın ilk yarısında da yoğun bir savaş döneminden geçiyoruz.
İlk yarımında iki dünya savaşı yaşamış, ikinci yarımında ise yaralarımızı iyileştirmekle geçirmiştik geçen yüzyılı. Araya soğuk savaşları da alarak…
Bu nedenle değerli buldum, Gündüz Vassaf Hoca’nın okuduğum bir yazısını. Savaş hakkında yazmıştı. Birazını alıntılamak istedim. Şöyle diyordu:
“Son buzul çağı bitmek üzere…
Avcı-toplayıcı dönemi…
Diğer canlılarla benzer koşullarda yaşıyorduk. Hem avdık hem de avlanan…
Avımızı, mağara resimlerimizden biliyoruz. Mamut, geyik, bizon…
Aynı resimlerden, birbirimizi avlamadığımızı da…
On binlerce yıl boyunca yapılan resimlerde, insanın insana saldırdığını gösteren tek resim yok. Üç kıtada bulduğumuz yüzlerce mağara resimlerinin hiçbirinde, insan insanı avlamıyor. İnsan insanla savaşmıyor.
İnsanın, başka insanları düşman olarak görmesi-göstermesi, tarihin çok sonraki dönemlerinde…
On binlerce yıl sonra, ilk tarım toplumlarında. Uygarlığımızın başlangıcı dediğimiz düzende.
İlk örnekler, Sümerler’in savaş tutsaklarının öldürülmesini mühürlerinde resmettiği Uruk’ta. Mısır’da, mezar resimlerinde… “
Savaş kültürüyle beslenmek…
Doğal halinde saldırgan olmayan insanın, topluluk halinde vahşileşmesi, vahşi konumunu bir dönem sürdürebilmesi, sağlıklı insanların bulaşıcı hastalığa yakalanması gibi…
Nasıl kişinin hastalığı, çevresinde insanlara bulaşabiliyorsa, saldırganlık da, çeşitli davranış ve düşüncelerin belirli koşullarda bir araya gelmesiyle yayılabiliyor.
Saldırganlık, bulaşıcı hastalık gibi, bir süre toplumun normu olabiliyor.
İşte o dönemlerde toplum, savaş kültürüyle besleniyor.
Annelerin üzerine titrediği çocukları, annelerinin helaliyle kendilerini cephede buluyor. Saldırganlığın bitmesi, toplumun doğal barışçıl haline dönmesi, hastalıklı dönemin geçmesini gerektiriyor.
Savaşı mümkün kılan, savaşın kaçınılmaz olduğuna inandırılmamız…
Gözlerimiz karartılarak birbirimize karşı vuruşturulan, savaştırılan bizler, doğal halimizle barıştan o kadar yanayız ki, fırtınanın aniden kesilmesi gibi, savaşı tam ortasında durdurabiliyoruz.
Hakem düdüğüyle biten futbol maçı gibi, öğleden önce saat tam 11’de bitmiş birinci Dünya Savaşı.
Bir İngiliz askerinin günlüğünden:
“Onuncu saatin son saniyesinde ateş kesildi. Bir Alman askeri, savaşın son dakikasına kadar İngiliz cephesini makinelisiyle taradı. Saatin dolmasıyla siperinden dışarı tırmandı. Miğferini çıkardı. Yıllardır savaştığı düşmanları önünde nazikçe selam verdi. Arkasını dönüp gitti.”
*****
Tarihler boyunca yine ve yeniden türetilen savaş kültürünün nihayete ermesi, gün gelip mümkün olacak mı acaba?